‘Kalp yolunda bir gün…’ Kategorisi için Arşiv

Kurban Bayramı…

Yayınlandı: 08 Aralık 2008 / Kalp yolunda bir gün...
         

                                                            http://www.crazyprofile.com/textmaker/ripple.swf

 

Kurban Bayramı

                    İbrahim Peygamberin eşinin kısır olması nedeni ile bir çocuğu olmayınca Allah’a yalvarır, dua eder. Kendisinin ve eşinin yaşlı olduğu bir zamanda mucizevî bir şekilde oğlu olur.  Çocuk biraz büyüdüğünde, İbrahim peygamber rüyasında onu kurban etmesi gerektiğini görür. Oğluna "Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın” der.  Peygamberlerin rüyaları normal insanların rüyalarından farklı olduğundan bu bir emir olarak kabul edilmiş ve İbrahim peygamber oğlunu kurban etmeye götürmüştür.  Ancak Allah’ın emriyle bıçak çocuğu kesmez.  Bu esnada Cebrail kucağında bir koç  ile gelir. Bu imtihan başarı ile geçildikten sonra tüm İbrahimî dinlerde Zilhicce ayının 10. günü aynı şekilde kurban kesilerek kutlanan bayram olmuştur. İslam peygamberi , Hac gibi terk edilen İbrahim’ geleneği, tekrar hayata geçirmiştir.

 
         

                                    http://www.crazyprofile.com/textmaker/ripple.swf

                                                                   

 

 PEYGAMBERİMİZ (S.a.s.) BÖYLE DUA EDİYORDU…

        

         “Allahım, benimle günahlarımın arasını, doğu ve batının arasını ayırdığın gibi ayır. Allahım! Beni hatalardan, beyaz elbisenin kirinden temizlediğin gibi temzile!”

 

         “Allahım, Sen’den bildiğim bilmediğim şu andan lütfedilen, ileride lütfedilecek bütün hayırları istiyorum. Allahım, bildiğim bilemediğim şu anda gelip çatan, ileride başa gelecek olan bütün şerlerden Sana sığınırım.”

 

         “Beni nefsimle baş başa bırakırsan, (bu takdirde) beni za’fa, muhtaçlığa, günaha ve hataya itmiş olursun. Ben ancak Senin rahmetine güveniyorum; günahlarımın hepsini bağışla, zira günahları ancak Sen bağışlarsın. Tevbemi kabul et, zira Sen tevbeleri kabul eden ve çok merhametli olansın.”

 

         “Allahım, nebin Hz. Muhammed’in (S.a.s.) Sen’den istediği heyrı senden istiyor, yine nebin Hz Muhammed’in (S.a.s.) Sana sığındığı her şeyden sana sığınıyoruz.”

 

         “Allahım, fayda vermeyen ilimden, ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, icabet edilmeyen duadan Sana sığınırım.”

 

         “Allahım, Sen’den işimde sebatı diliyorum, doğru yolda azim istiyorum. Sen’den nimetine şükretmeyi ve Sana güzelce ibadet etmeyi istiyorum. Ve sadık bir dil, selim bir kalp istiyorum. Bildiğin şeylerin hayrını Sen’den istiyor ve bildiğin şeylerden sana istiğfar ediyorum. Şüphesiz Sen, Allamu’l-guyûbsun.”

 

         “Allahım, Sen’den hayırlı işler yapmayı, kötülükleri terk etmeyi ve fakirleri sevmeyi, beni bağışlamanı, bana merhamet etmeni ve insanların fitnesini murad buyurduğunda, fitnelere düçar olmadan beni vefat ettirmeni dilerim. Sen’den, Sen’i sevmeni, Sen’in sevdiklerinin sevgisini ve Sen’in sevgine beni yaklaştıracak amellerin sevgisini dilerim.”

 

         “Allahım, Sen’i zikir, Sana şükür ve güzelce ibadet etmemiz için bize yardım et.”

 

         “Allahım, Sen’den hidayet, takva, iffet ve (gönül) zenginliği dilerim.”

 

         “Allahım, bütün işlerimizde akıbetimizi güzel yap, dünyada rezil-rüsvay olmaktan ve ahiret azabından bizi koru!”

 

 

(*) Bu yazı, Kâinatın Efendisine Kutlu Doğum adlı dergiden alıntıdır.

Regaip nedir?

Yayınlandı: 03 Temmuz 2008 / Kalp yolunda bir gün...
         

                                   http://www.crazyprofile.com/textmaker/ripple.swf
 

Regaib Nedir?

Regâib, arapça bir kelimedir ve “reğa-be” kökünden gelmektedir. “Reğa-be”, kelime olarak, herhangi bir şeyi istemek, arzulamak, ona karşı meyletmek ve onu elde etmek için çaba sarf etmek demektir. “Reğîb” kelimesi ise, “reğabe”‘den türemiş olan bir isimdir ve kendisine rağbet edilen, arzulanan, taleb edilen şey demektir. Müennesi, “reğîbe”dir. “Reğîbe”nin çoğulu da “reğâib” dir. Kelime olarak “Regâib”in aslı budur.

Receb’in ilk cuma gecesine Regaib gecesi denir. Bu geceye Regaib gecesi ismini melekler vermişlerdir. Her Cuma gecesi kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince, daha kıymetli oluyor. Allahü teâlâ, bu gecede, müminlere, ragibetler [ihsanlar, ikramlar> yapar. Bu geceye hürmet edenleri affeder. Bu gece yapılan dua kabul olur, namaz, oruç, sadaka gibi ibadetlere, sayısız sevaplar verilir. Regaib gecesini ibadetle geçirmeli, kazası olan, hiç değilse bir günlük kaza namazı kılmalı! Kazası olmayan da nafile namaz kılar, Kur’an-ı kerim okur, tesbih çeker, tövbe istiğfar eder. Perşembe günü oruç tutup, gecesini de ihya etmek çok sevaptır. Receb ayında oruç tutmak faziletlidir.

Peygamberimiz (a.s.m)’ ın Ramazan ayından sonra en çok oruç tuttuğu ay Receb ayıdır. Bu Receb ayında oruç tutmanın muazzam, muhteşem sevabları var.

Bir de bu ayda sevablar kulların defterlerinin sevab hanelerine, bol bol dökülmesi dolayısıyla da recebül esabb denmiştir. Yâni, sevabların bol bol, şarı şarıl, gürül gürül döküldüğü ay demek… Sabbe, Arapçada dökmek demek… Nehrin de böyle dağlardan çağlayarak şaldur şuldur akıp da döküldüğü yere münsab derler; o da aynı kökten… Receb-ül esabb; Allah’ın rahmetinin cûşa gelip, ikram ü ihsanâtının şarıl şarıl, güldür güldür kullara geldiği ay demektir.

Arifler ve din alimleri kitaplarında yazmışlar ki, bu ay ekim, ekme, ziraat ayıdır. Sevaplı işler, oruç tutmak, tevbe etmek vs. güzel şeyler yapılır. Bir mahsulün ekilmesi gibi ziraat, ekim ayıdır. Şa’ban bakım ayıdır. Ramazan biçim ayıdır, yâni mahsulün alındığı aydır demişler. Demek ki Receb ayı, bizi Ramazan ayına hazırlayan bir mevsimin ilk adımı olmuş oluyor.

Onun için, “Receb ayı tevbe ayıdır.” demişler. Yâni kul ne yapacak?.. “Yâ Rabbi! Ben anlayamamışım, hatâ etmişim, bilememişim, suçluyum, kusurluyum; beni affet…” diyerek hatâsını itiraf edip, hatâsından dönerek, Cenâb-ı Hakk’ın yoluna girecek.

Şa’ban ayı ibadetlere devam etme ayıdır. Ramazan da mükâfatlarını alma ayıdır. Böyle çeşitli kelimelerle bu ayların birbirleriyle irtibatlı olduğu beyan edilmiştir.

“Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısına göre ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu, Allah’ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin.” (Tevbe Suresi, 36)

         

                         http://www.crazyprofile.com/textmaker/ripple.swf

 

ÂDEM (

ا د م ) OLMAK

 

Âdem ( ا د م ) Olmak…

Âdem ( adam ) olmak, bir iddiadır. Her iddia da bir ispat/bir bedel ister. Âdem olmanın bedeli, Arapça yazılışında âdeta simge hâlinde gösterilmiştir.
Bu yazılışı mercek altına aldığımızda, bu hakikati daha yakından görürüz. Âdem bir elif (
ا ), bir dal ( د ) ve bir mim ( م ) harfinden oluşur. Birçoğumuzun bildiği gibi bu harfler, Âdem kelimesinde namazın simgesidirler.

Elif ( ا ); kıyamı, dal ( د ); rükûyu ve mim ( م ) de secdeyi imler. Bu basit yazılımın bize gösterdiği hakikat şudur: Ey âdemoğlu! Âdem olmak istiyorsan, kul olmak zorundasın. Allah’ın karşısında esas duruşa geçmek zorundasın.

Kıyam, rükû ve secde… İşte insan(âdem) olmanın anahtarları… Allah karşısında esas duruşa geçmek, eğilmek ve secdeye gitmek… İblis, bunları yapmadığı için şeytan oldu. Sureta insan olanlar da bunlardan kaçındığı için âdem olamıyorlar/olamayacaklar…

Âdem olduğunu söyleyen her kişi, önce esas duruşa geçecek, sonra eğilecek, sonra secdeye kapanacak ve insanlığa (er kişiliğe) adımını atacaktır. Burada eğilmek, alçalmanın değil, yücelmenin işaretidir. Bunlar da semboldür ve bunların da içinin hakkıyla doldurulması gerekir. Her kıyam, rükû ve secde ferdî hayatta doğruluk ve dürüstlüğe, güvene, şefkate, vicdana, merhamete, sevgiye vb.; cemiyet hayatında da dayanışmaya, yardımlaşmaya, kardeşliğe, adalete, özgürlüğe vb. değerlere karşılık gelmelidir.

İçi boş bir kıyam, bir rükû ve bir secdenin de bir anlamı ve karşılığı olmayacaktır. Âdem iddiası, hayat boyu ispat edilmesi gereken zor bir iddiadır. Hatta dünya hayatını âdemleşme veya âdemleşememe serüveni olarak da adlandırabiliriz. Kimi, iddiasını ispatlayacak, kimisi böyle bir iddianın farkına bile varamayacaktır.

Görünen o ki, birçoğu bu iddiayı kaybetmekle karşı karşıyadır. Rabbimizin birçok ayetinde de belirttiği gibi insanların birçoğu akıllarını kullanmamaktadır.

Âdem ( adam-insan ) olma meselesi, söylem planında kolay, eylem planında zor bir mesele olarak karşımızda hayatiyetini sürdürmeye devam ettirmektedir.

         

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i Dinleyip İman Eden Cinler

 

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Tâif’ten Mekke’ye dönerken Nahle’de, geceleyin kalkmış namaz kılıyordu.

 

O sırada Nusaybin cinlerinden yedisi oradan geçiyorlardı, durup Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) okuduğu Kur’an-ı Kerîm’i dinlediler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) namazını bitirince imân edip dinlediklerini kabul ettiler. Kavimlerinin yanına inzâr edici olarak döndüler.

 

Allahû Teâlâ bu hadiseyi Kur’ân-ı Kerîm’inde beyân buyurdu:

 

“ Bir de şu vakti anlat ki, cinlerden bir takımını Kur’ân dinlemek üzere sana sevk etmiştik! Bu suretle ki ne zaman ona hazır oldular, “Susun, dinleyin!” dediler. Sonra bitirdiği vakit de döndüler. İnzâr etmek (uyarmak) üzere kavimlerine gittiler.”

 

“Ey kavmimiz, dediler. Haberiniz olsun. Bizler bir kitap dinledik. Musa’dan sonra indirilmiş, önündekini tasdik ediyor, hakka ve bir doğru yola hidayet eyliyor!”

 

“Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine icabet edin ve O’na iman getirin ki bazı günahlarınızı mağrifet buyursun (bağışlamak) ve sizi elim bir azabdan korusun. Ve her kim Allah’ın davetçisine icabet eylemezse (Allah’ı) arzda aciz bırakacak değildir…”

(Sûre-i Ahkâf, 29-31) 

 
 
         

          NAMAZ


            Gönül ustası Hazret-i Mevlânâ, insanı ilâhî huzura ulaştıran tekbir, kıyam, rükû, secde, selam ve dua gibi namaz rükünlerine oldukça düşündürücü mânâlar kazandırır.

          Namaza tekbirle girmek, “İlâhî, biz senin huzurunda kurban olduk” demektir. (Tekbir getirerek kurban kesildiği gibi, tekbirle namaza başlamak da ‘Allah’ım, canımız sana feda olsun’ anlamındadır.)

          Namazda kıyama durmak, Allah’ın huzurunda kıyametteki muhasebeyi hatırlatır. Kul, biraz sonra hakkıyla yerine getiremediği kulluğundan ve işlediği günahlardan dolayı, utancından ayakta durmaya dermanı kalmaz, rükû’a eğilir.

          Başı rükû’da iken “Hakk’ın suallerine cevap ver!” diye İlâhî ferman gelir. Kul, rükûdan başını mahcup olarak kaldırır. Ayakta duramaz, yüz üstü secdeye kapanır.

          Tekrar ona “Secdeden başını kaldır! Yapmış olduklarından haber ver!” diye ferman gelir. O, yine mahcup bir halde başını kaldırırsa da, tekrar yüzüstüne kapanır.

          O ağır yükün tesirinden  dizleri üstüne çöker. Sağa selam verir; peygamberler ve melekler tarafına bakar, onlardan şefaat talep eder. Onlar derler: “Çare ve yardım günü geçti. Çare, ancak dünyada olabilirdi. Orada salih amellerde bulunmadınız, o günler gitti.”

         Sola selam verir; akraba ve yakınlarının tarafına bakar. Onlardan da bir fayda göremez.

         Herkesten ümidini kesince, dua için iki elini kaldırır.  “Ya Rabbi, herkesten ümidimi kestim. Kuluna melce ancak Sensin. Senin rahmet ve mağfiretine sınır yoktur”.

        Kim kapıyı çalarsa sonunda kapının açılmasına nail olur.

 

 

                                                                   Mevlânâ Celâleddin RUMÎ

         

Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz”in Veda Hutbesi


EY İNSANLAR !
Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha bulusamayacagim.

EY İNSANLAR !
Bu günleriniz nasil mukaddes bir gün ise, bu aylariniz nasil mukaddes bir ay ise, bu sehriniz (Mekke) nasil mübarek bir sehir ise, canlariniz, mallariniz da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmustur.

ASHABIM
Yarin Rabbinize kavusacaksiniz ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksiniz. Sakin benden sonra eski sapikliklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayiniz! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup da isitenden daha iyi anlayarak muhafaza etmis olur.

EY İNSANLAR !
Kimin yaninda bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çesidi kaldirilmistir, ayagimin altindadir. Lâkin borcunuzun aslini vermek gerekir. Ne zulmediniz, ne de zulme ugrayiniz. Allahin emriyle faizcilik artik yasaktir. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayagimin altindadir. Ilk kaldirdigim fâiz de Abdulmuttalibin oglu (amcam) Abbasin faizidir.

ASHABIM !
Cahilliyet devrinde güdülen kan davalari da tamamen kaldirilmistir. Kaldirdigim ilk kan davasi Abdulmuttalibin torunu (yegenim) Rebîanin kan davasidir.

EY İNSANLAR !
Bugün seytan sizin su topraklarinizda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmistir. Fakat siz bu kaldirdigim seyler disinda, küçük gördügünüz islerde ona uyarsaniz bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakininiz!

EY İNSANLAR !
Kadinlarin haklarina riayet etmenizi ve bu hususta Allahtan korkmanizi tavsiye ederim. Siz kadinlari, Allah emaneti olarak aldiniz; onlarin namuslarini ve iffetlerini Allah adina söz vererek helal edindiniz. Sizin kadinlar üzerinde haklariniz, onlarin da sizin üzerinizde haklari vardir. Sizin kadinlar üzerindeki hakkiniz, onlarin, aile yuvasini, hoslanmadiginiz hiçbir kimseye çignetmemeleridir. Eger razi olmadiginiz herhangi bir kimseyi aile yuvaniza alirlarsa, onlari hafifçe dögüp sakindirabilirsiniz. Kadinlarin da sizin üzerinizdeki haklari, memleket görenegine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.

MÜMİNLER !
Size bir emanet birakiyorum ki ona siki sarildikça yolunuzu hiç sasirmazsiniz. O emanet Allah Kitabi Kurandir.

MÜMİNLER !
Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanin kardesidir, böylece bütün müslümanlar kardestir. Din kardesinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz baskasina helal degildir. Meger ki gönül hoslugu ile kendisine vermis olsun…

ASHABIM !
Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakki vardir.

EY İNSANLAR !
Allah Teala her hak sahibine hakkini vermistir. Varis için vasiyete gerek yoktur. Çocuk kimin döseginde dogmussa ona aittir. Zina yapan için mahrumiyet vardir. Babasindan baskasina ait oldugunu iddia eden soysuz yahut efendisinden baskasina intisaba kalkan nankör, Allahin gazabina, meleklerin lanetine ve bütün müslümanlarin düsmanligina ugrasin! Cenab-i Hak bu insanlarin ne tevbelerini ne de sehadetlerini kabul eder.

İNSANLAR !
Yarin beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

Allahin risâletini teblig ettin, görevini yerine getirdin, bize vasiyet ve nasihatte bulundun diye sehadet ederiz.

(Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek sahadet parmagini göge dogru kaldirarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek söyle buyurdu.)

Sahid ol yâ Rab!

Sahid ol yâ Rab!

Sahid ol yâ Rab!

 
(*)Bu hutbe, M.S. 632 yilinda Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz tarafindan yüz bini askin müslümana irad edilmistir.

Dünya’da Huzur

Yayınlandı: 21 Ocak 2008 / Kalp yolunda bir gün...
       Dünya’da Huzur
 
 
       Ahmet bin Hanbel (r.h.), Hâtem-i Esam (k.s.) Hazretlerinin; "Bende üç haslet var, bunlar sayesinde hasımlarıma üstün gelirim: Hasmım doğruyu bulunca sevinirim, hataya düşünce mahçup olurum, hasmımı techilden (Cahil görmekten) çekinirim." dediğini duyunca "Bu, akıllı bir insana benziyor. Ziyaretine gidelim." dedi. Yanına girdikleri zaman,
 
       Ahmed bin Hanbel:"Ya Hâtem, dünyada nasıl selamet bulabiliriz?" diye sordu.
       Hâtem:"Şu dört haslete (huy) sahip olmadan dünyada huzur ve selamet bulamazsın:
 
                                                      1. İnsanların kusurlarını bağışlarsın,
                                                                   2. Onlara karşı kusur etmezsin,
                                                                                 3. Onlara elinden gelen ikramı yaparsın,
                                                                                         4. Onlardan bir şey beklemezsin.
 
       İşte ancak böylelikle selamet bulursun." dedi.

Mevlana Celaleddin Rumi’nin Oğluna Vasiyeti

 

Bahaeddin!

 

 Eğer daima cennette olmak istersen, herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma! Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma! Merhem ve mum gibi ol! İğne gibi olma! Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen;

 

Fena söyleyici!
Fena öğretici!
Fena düşünceli olma!

 

Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun.
İşte o sevinç Cennetin ta kendisidir. Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun. İşte bu gam da cehennemin ta kendisidir. Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi, çiçeklenir, gül ve fesleğenlerle dolar. Düşmanları andığın vakit, için, dikenler ve yılanlarla dolar, canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir. Bütün peygamberler ve veliler, böyle yaptılar, içlerindeki karakteri dışarı vurdular. Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu, hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular.

Mevlana oğluna der ki:

 

Bahaeddin!

Senin düşmanını sevmeni, düşmanın da seni sevmesini istemen, kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle, o düşman senin dostun olur; Çünkü (gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır.)
Allah’ın sevgisini de onun aziz isimleriyle elde etmek mümkündür.

 

Allah buyurdu ki:

Ey kullar, kalbinizde arınma olması için beni pek çok anmaktan geri durmayın. Kalbinizde arınma ne kadar çok olursa, Allah’ın nurunun parlaklığı da kalpte o nispette fazla olur. Nitekim, ekmekçinin tandırı ne kadar sıcak olursa, o kadar ekmek alır, soğuk
olunca ekmek almaz.

 

“Bilmiyorum Demek İlmin Yarısıdır.”

 

 

            Aziz Mahmud Hüdâyi Hazretleri buyuruyor ki:

 

            “Ey Oğul! Bir mecliste bulunduğun zaman az konuş. Sana sorulmayan şeye cevap verme. Bir şey sorulursa cevabını bilmiyorsan bilmiyorum de. Bilmediğine bilmiyorum demek ilmin yarısıdır. Eğer cevabını biliyorsan, kısa cevap ver. Sözü uzatma. Mecliste bulunanları imtihan için bir şey sorma. Mecliste münazara ve münakaşa etme. Kendini beğenerek en başa veya en yükseğe oturma. Edebe çok riayet et. Edepsizlik her zaman ve her yerde çirkin ve sevimsizdir. Her yerin kendine mahsus bir edebi vardır.

 

            Arkadaşlarına karşı cömert ol ve onlara iyi muamelede bulun. Dünya sevgisini kalbinden çıkar. Allah-u Teâlâ’nın rızasına kavuşmak yolunda senin önünde bir şey engel olursa onu terk et.

 

            Ey oğul! Dünya ve dünya nimeti hayaldir. Gök kubbe altında hiçbir şey aynı hâl üzerine kalmaz, hep değişir. Onun için dünyaya, dünya malına, dünya makamına ve dünya hayatına güvenme. Sıkıntın varsa üzülme. Biz bu dünyada misafiriz, yolcuyuz. Sonunda ayrılıp gideceğiz.”